18 Ocak 2011

Ayasoya'nın İsmi Nerden Geliyor?

Ayasofya Camii Müzesi

ım Ayasofya’ya olan teknik ve tarihi ilgiyi tekrar uyandırmış ve bugüne kadar olan gelişimini

AYASOFYA'NIN GEÇİRDİĞİ ONARIMLAR VE TARİHSEL GELİŞİMİ


1. 558, DEPREMİNDEN SONRA YENİDEN İNŞA


558 Depreminde kubbenin doğu dilimi yıkıldığında, İustinianos, kiliseyi yeniden inşa etme
Projesini, Genç İsidoros’a verdi. Yapının bu yeni mimar tarafından onarılışını, 6.yüzyıl şairi ve tarih
yazarı Agathias anlatır.
Genç İsidoros ve diğer mimarlar ilk olarak, şeklini kendi aralarında analiz ettiler ve neyin sağlam
Kaldığını, neyin zarar gördüğünü şimdi neye benzediğini ve eksikliğinin boyutunu gözlemlediler.
Doğu ve batı kemerleri yerlerinden bıraktılar ve yapıyı, kuzey ve güney kemerlerinin kıvrımında içeri
doğru genişlettiler, pek az daha geniş yapıtlar. Bunu, kuzey ve güney kemerlerini diğerlerine, daha
uygun şekilde yakınlaştırmak için ve eşkenar ahengi düzeltmek için yaptılar. Dolayısı ile, boşluğun
asimetrisini gizleyebilmişler ve küçük bir kısmı geri alabilmişler- dikdörtgenleri yapacak kadar
-tamamından ve böylece dört kemerin üstüne, ortada yükseleni –daire ya da yarım küre veya nasıl
Adlandırmak istiyorlar ise onu –yerleştirdiler. Ve şimdi nispeten daha düz oldu, aynı zamanda iyi kavis
verilmiş ve her yer profilden daha simetrik, daha iyi kuşatılmış ve daha keskin. Dolayısıyla, evvelden
olduğu gibi bakanları şaşkına çevirmiyor, daha güvenli yerine oturuyor.

2. SONRAKİ ONARIMLAR

9. ve 10. Yüzyıllarda meydana gelen bir dizi deprem sonucu kubbede çatlaklar meydana geldi
ve sonunda, 989’da, kubbenin bir kısmı ve batı kemeri yıkıldı. II. Basileios yapının onarımı için Ermeni
mimar Tiridat’ı görevlendirdi ve 13 Mayıs 996’da kilise tekrar hizmete açıldı.
Cyril Mango, imparator III. Romanos tarafından kilisenin ana doğu kemerinin
sağlamlaştırıldığını, 20. yüzyılın başlarına kadar yerinde duran, mozaik bir kitabede de bu olayın kayıtlı
olduğunu söyler.
Kilise, temel formunu, İustinianos zamanında almıştı, fakat sonradan yapının her tarafı
payandalar ile desteklendi. Bunlar, binadaki deformasyonlar neticesinde yapılmış olsalar da, bu
payandalardan hiçbirin, binanın yapısal bütünlüğüne katkıda bulunmadığıni göstermiştir. En eskileri
batı galerisini destekleyen dört tane uçanpandadır. bunlar muhtemele Latin işgali sırasında
eklenmişlerdir. Kuzey ve güney payanda payelerine destek yapan iki çift alçak payanda ise, 1317’de
II. Andronikos tarafından eklenmiştir.
1343 sonbaharında, şehirde bir dizi deprem daha meydana geldi; 6 Kasım 1344’te de başka
sarsıntı oldu. Bu şoklar, binanın zayıflamasına ve 19 Mayıs 1346’da doğu kemeri ile kubbenin üçte
birinin çökmesine sebep oldu. III.Andronikos’un dul karısı ve oğlu V.İoannes’in naipliğini yürüten
imparatoriçe Savoielı Anna, onarıma hemen başladı. Fakat, İoannes VI.Kantakuzenos’un müşterek
imparator seçilmesi ile, tamirat askıya alındı. 1350 civarında, Moskova Grandükası Symeon, kilisesinin
onarımı için büyük bir miktar para gönderdi, ama Kantakuzenos bu bağışı kendi amaçları
doğrultusunda sarf etti ve daha sonra halktan topladığı para ile 1354 yılında restorasyonu
tamamlandı.
Bizans’ın son yüzyılda artık ölmekte olan şehir ile beraber Ayasofya da bakımsız ve tamiratsız
kalmıştı. Bu dönemde Konstantinopolis’i ziyaret eden ve bu durumdan bahseden seyyahlardan
İspanyol elçisi Clajivo, 1403’te geldiği şehir için, “Şehrin her yerinde büyük saraylar, kiliseler ve
manastırlar var, fakat şimdi çoğu harap vaziyette… Ayasofya’nın dış kapıları kırık dökük” der. 1422’de
yazan Floransalı kartograf Buondelmonti’ye göre ise “Ayasofya’nın şimdi sadece kubbesi
durmaktadır, geri kalan her şey yıkılmış ve harabeler içindedir.

3. AYASOFYA’NIN CAMİ OLMASI

Fatih Sultan Mehmed, 29 Mayıs 1453 Salı günü aldığı şehre ilk kez girdikten hemen sonra
Ayasofya’yı ziyaret etmiştir. Kiliseyi inceledikten sonra, cami olarak kullanılması için emir verdi ve ilk
Cuma namazına bizzat katıldı.
Fatih’in kiliseyi camiye çevirmesi, bazı yapısal değişiklikler gerektirdi. Yapının dışına uçan
payanlardalar, doğu ucuna ise istinat duvarları eklenmiştir. Binanın iç mekanına, apsisin doğu
pandantiflerde yer alan altı kanatlı melekler tasvirleri dışında, hemen hemen bütün figürlü
mozaiklerin üst badana ve sıva ile kapatılmıştır.

Dışarıda yapılan yeni yapılardan biri, güneydoğu payandasının üstündeki ahşap minareydi ve
1 Temmuz 1453 Cuma günü, imam buradan ilk öğle ezanını okudu. Fatih’in hükümdarlığının daha geç
bir döneminde, bu ahşap minarenin yerine, bugün yapının güneydoğu köşesinde bulunan tuğla
minare yapılmıştır. Günümüzde, binanın kuzeydoğu köşesinde yer alan taş minare, II.Selim (hd 1566-
74) tarafından, kuzeybatı ve güneybatı köşelerinde yükselen minareler ise, onun oğlu ve halefi III.
Murad (hd 1574-95) tarafından eklenmiştir. Bu üç minare de Koca Sinan’ın, yani bütün payandaları ve
yapının dokusunu 1572-4 yılları arasında onaran, imparatorluk başmimarının eseriydi. I.Ahmed (hd
1603-17) kilisenin çevresini düzenletmiş, I.Mahmud (hd 1730-54) ise yeni bir onarım yapmıştır.
Osmanlı döneminin en son ve en detaylı restorasyon projesini, Abdülmecid (hd 1839-61),
1847-9 yılları arasında, İsveçli Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşlere verdi. Bu onarım sürecinde,
zamanda badana ve sıva ile örtülmüş mozaikler tekrar açılmış, Fossati kardeşlerin gelecekte yerleri
bilinebilsin diye bunları kaydetmesinden sonra üstleri tekrar kapatılmıştı.

4. AYASOFYA’NIN MÜZE OLMASI

Nisan 1932’de, Thomas Whittermore ve Bizans Enstitüsü’nün diğer üyeleri, mozaikleri tekrar
çıkarmak ve onarma görevlerine başladılar ve o sırada Ayasofya, 1934’te müze olarak tekrar açılacak
olan binanın hazırlanması için kapatılmıştı. O zamanda beri, başka restorasyon projeleri de olmuştur;
son olarak da kubbedeki geriye kalan mozaiklerin ve hat süslemesinin tamirleri yapılmış, bunun için
de nefte bir iskele kurmak gerekmiştir.

5.GASPARE FOSSATİ’NİN AYASOFYA ONARIMLARI (1847-49)

5.1. GASPARE FOSSATİ ve AYASOFYA
Fossati’nin İstanbul’a ilk geldiği yıl bile Ayasofya ile ilgilendiği, bugün S.Petersburg’da bulunan
bir sulu boya resminden anlaşılır. Ancak, güneydoğu yönüne bakan bu iç mekan tasviri idealize
edilmiştir, çünkü sayısız görgü tanığı binada bu devirde çok sayıda deformasyon ve bozulmanın
olduğunu bildirir. Son en büyük onarımını 16.yy’ın sonunda Mimar Sinan gerçekleştirir, ancak
ilgisizlikle geçen uzun yıllar sonucunda, bina çok yıpranmış ve bazı kısımları yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. Bu durum karşısında Sultan I. Abdülmecid (1839-61) Gaspare Fossati gerekli onarım
işleriyle ilgilenmesi için görevlendirir. Mayıs ayında başlayan çalışmalarda Gaspare Fossati artık
inşaatın yetkili mimarıdır.

5.2. YAPIYA VE İÇ DONANIMINA YÖNELİK ÖNLEMLER
Fossati binan statik açıdan sağlamlaştırılmasını en önemli sorun olarak görür, kubbedeki
bozulma ve deformasyonları ve taşıyıcı ayak ile payandalarının dışa doğru açılmasını önemli bir risk
faktörü olarka algılar. Bu yüzden ana kubbenin itici güzünü azaltmak ve payandaların yükünü
hafifletmek için kubbe eteğinin çevresini bir gergi çemberi yerleştitir. Kendince gereksiz bulduğu dört
kubbe payandasını da kaldırır ve galeride söz konusu kubbe yükü altında eğilmiş olan on iki sütunu
tekrar dikey konuma getirir. Ancak bu gün Robert Van Nice’nin röleveleri ve Rovland J.Mainstone’un
son yıllardaki önemli çalışmları sayesinde bu deformasyonların daha binanın yapımı sırasında
başlamış oldukları ve payandaların asıl inşaat planlarının değiştirilmesi suretiyle bugünkü
yüksekliklerine getirilmiş olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Fossati deformasyonların ana kaynaklarını
doğru teşhis etmiş, ancak binanın tarihini yeterince bilmediğinden ve araştırma için yeterli zamanı
olmadığından yapının genel durumu konusundaki bilgilerini tam olarak değerlendirememiştir. Bunun
dışında yapının genel durumu konusundaki bilgilerini tam olarak değerlendirememiştir. Bunun
dışında yapının bütünü ve dekorasyonu için tehlike yaratan kısımların onarımı da büyük bir önem
taşımaktaydı.Fossati statik açıdan gerekli gördüğü yerlerde ve iç dekorasyonun korunmasının
gerektirdiği durumlarda yapının konstrüksiyonuna müdahale etmiştir.
Ayasofya’nın taşıyıcı ayakları, duvarları ve tonozları çeşitli renklerde mermer kaplamalar,
opus sectileler, sütun başları ve frizlerdeki kabartma ve mozaiklerle süslenmiştir. Mozikler 18.yüzyılın
başlarından itibaren kısmen boyalı olan sıva ve alçı katmanları altında kaybolşmuştur. Çalışmaları
sırasında Fossati mozaiklerin büyük bir kısmını çeşitli ölçekteki eksiklerle sıvaların altında yeniden
bulur, Buluşunu Sultan’a anlattığı zaman Sultan önce şaşırır, sonra da çok kızar, çünkü Fossati’nin
onarım için ayrılan parayla altın mozaikleri yeniden ürettiğini sanmıştır. Fossati’ye tüm mozaiklerin
koruması görevini verir. Ancak yapı cami olarak kullanıldığından figürlü tasvirlerin açıkta bırakılması
söz konusu olamaz. Üstleri, ileride daha az katı bir resim yasağının hüküm süreceği bir devirde tekrar
açılabilecek biçimde örtülmelidir. Böylece Fossati mozaik yüzeylerini en yüksek düzey de
koruyabileceği bir koruma planı geliştirir. Bu plan uyarınca çeşitli yüzey ve tonozlarda eksik bulunan
kısımlara, karakterlerine göre farklı koruma teknikleri uygulanır. Altın mozaiklerin eksik olduğu
bölümler altın varakla tamamlanır ve ardından rulo mühürle üzerlerinden geçilerek mozaik görüntüsü
verilir. En üstüne de cila olduğu tahmin edilen parlak bir katman sürdürülür. Renkli mozaik
taşlarından yapılmış olan haçlar ve narteksteki İmparator Mozaiği de yine altın varakla kaplanır,
ardından varolan bir takım desenlerden alınan örneklere boyanır. Fossati mozaikleri koruyarak
tamamen sıvar ve belli bir ışıkta altın mozaik rengini anımsatan sarı, toprak rengi bir sıvayla çevreler.
Sıvanın üzeri kısmen de restorasyon öncesine ait olduğu sanılan İslami motiflerle bezenir.
Fossati’nin restorasyonundan önceki durum hakkında bilgimiz oldukça zayıftır. 1930’larda
devam eden ve Byzantine İnstitute of America adlı kurum tarafından yürütülen restorasyonlar
sırasında, Fossati’nin mozaiklere kesinlikle müdehale etmediği anlaşılmıştır. Fossati, sallanan bazı
taşları sağlamlaştırıp, durumu çizim ve suluboya resimleriyle tespit etmiş, daha sonra da zarar
görmeyecekleri bir biçimde mozaiklerin üstlerini örtmüştür. Fossati mermer kaplamalarda gördüğü
boşlukları, mermer taklidi stucco lustto adlı teknikle boyamış levhalar yerleştirmek suretiyle
örtmüştür. Bu bağlamda Fossati’nin onarımda bazı yeni alçı frizlerinin dışında orijinal malzeme
kullandığını belirtmek gerekmektedir.

5.3. RESTORASYON YAKLAŞIMI
19.yy’ın birinci yarısında sadece çizimle yapılan restitüsyonun dışında mozaiklerin eksiklerinin
tamamlanmaları sıkça rastlanan bir durumdu.Tümlenmiş bir görüntüye sahip olma isteği sanat
eserinin tamamlanmaları sıkça rastlanan bir durumdu.
Ayasofya’nın restorasyonu, temelinde önemli tarihi, dini ve siyasi nedenler yatan bir defaya
mahsus bir uygulama olmuştur. Ona rağmen Fossati’nin hem teorik bilgileri, hem de uygulamalara
bağlı deneyimleri olmuştur.
Rus restorasyon uygulamalarına bakıldığında, Fossati’nin Ayasofya restorasyonuna bazı
etkileri yansıttığı söylenebilir.
Fossati de Ayasofya’nın kendi özel durumu için geliştirdiği restorasyon planında genelleştirici
arındırmalardan kaçınmıştır. Bu 19.yüzyılın ortası için çok ilerici bir davranış olarak görülmelidir.
Herşeye rağmen Fossati’nin hataları da olmuştur. Örneğin; Ayasofya’nın dış cephesini, Bizans
dönemi taş tuğla kullanımını hatırlatması ve kendisinin de belirttiği gibş binayı daha az masif
göstermesi için yatay şeritlerle boyamış, ayrıca galeride yeniden diktiği sütunların kaidelerini de yok
etmiştir. Yine de Fossati koruma anlaşıyla yapıdan o günün şartlarında olabildiğince çok miktarda
orijinal malzeme kurtabilmiştir. Yapının cami olarak kullanılmasına uygun bir görüntü sağlamaya
çalışırken İslam örneklerinden çok Bizans örneklerine yaklaşmıştır.

5.4. SONUÇ
Elde edilen sonuçların ışığında alsında Ayasofya onarımının kendisi de, 20.yüzyılda yapılan
değişiklerden sonra özgünlüğünü ne kadar koruduğu bilinmeyen, buna rağmen korunması gereken
tarihi bir belgedir. Ayasofya’nın bu günkü hali, Fossati’lerden çok önce başlayan ve yüzyıllar boyunca
yapı strüktürüne ve süslemesine yapılmış olan müdahalelerin bir sonucudur. 19.yy. ortasında yapılan
ona









rım Ayasofya’ya olan teknik ve tarihi ilgiyi tekrar uyandırmış ve bugüne kadar olan gelişimini
etkilemiştir: hem kilise, hem cami, hem de tarihi bir anıt.

Restorasyon Nedir ?


Eski, tarihi, otantik ve özgünlük değeri olan, önemli bir olaya ev sahipliği yapmış eserin, aslına uygun olarak, asli malzemeden, asli yapım tekniğinden ve özgünlüğünden faydalanarak, mümkün olduğu kadar az müdahale ile koruyarak onarılmasıdır.
Esasen yukarda yapılan restorasyon tanımı salt mimari için olmamalı. Kanaatimce doğrusu, restorasyon ve konservasyon’u birlikte düşünerek bunun fikri açılımlarını yapmaktır. Restorasyon ve konservasyon’u sadece mîmârîyi düşünerek değil beynelmilel değerleri, millî, mânevî ve ahlakî fikirleri, devleti, milleti ve örf ve adetleri, kültürü ve öğelerini, tarih ve edebiyatı, san’atı düşünerek incelemeli ve kavramaya çalışmalıyız. Yani bu ne demek? Restore ve esâsen konserve edilecek değerler işte bunlardır. Bununla ilişkili bilgi ve belgeler de konserve edilmelidir. Bir olguyu aslına uygun bir yaratıyla, aslına uygun malzemeler ve kaynaklarla, aslına uygun şekil ve fikir özelliklerine göre korumak ise restorasyon sayılan bütün bu mevcut değerlerin ve bu değerlerin sonucu oluşan yapı, obje, san’at eseri, bunlarla ilişkili bilgi ve belge, ne varsa hepsinin korunmasıdır.

Cem Yılmaz- Tıpta Utanma Yok

UTANGAÇ İNSANLAR İÇİN BASİT ÇÖZÜMLER...

Bir ortamda gözler sizin üzerinize çevrildiğinde, kalbiniz hızlı çarpıyor ya da soluğunuz daralıyorsa, işte tavsiyeler..
Araştırmalara göre, her geçen yıl özellikle kadınlar daha çok utangaçlık problemi yaşıyor. Tanımadığınız ya da yeni tanıştığınız insanlara karşı utangaç mısınız? Bu soruya cevabınız “Evet” ise, telaşa gerek yok. Çünkü siz tamamen normal birisiniz.
Yüzünüz mü kızarıyor?
Eğer yeni iş ortamında, ayağa kalkıp kendinizi tanıtmanız istendiğinde, yüzünüz kızarıyor, sesiniz titriyorsa, kalabalık önünde konuşmanızı gerektirecek durumlardan uzak durmaya çalışıyorsanız, maalesef utangaçsınız. Ancak “herkes konuşkan, girişken olmak zorunda değil” gerçeğini de aklınızdan çıkartmamanız gerekiyor.
Kendinizi kontrol edin
Ama utangaçlığınız yüzünden bazı fırsatları kaçırdığınızı düşünüyorsanız, davranışlarınızı kontrol altına almanın zamanı gelmiş demektir. “Daimi Mutluluk” adındaki projesi sayesinde, kadınların birçok problemini çözerek, mutlu bir yaşam sürmesini sağlayan ABD’li psikolog Artest Battler, utangaçlığın çözülemeyecek bir problem olmadığını belirtiyor.
Nedenini araştırmak gerek
ABD’de birçok bayan hastasının utangaçlık problemi yaşadığını belirten Battler, “Birlikte bu konuya yoğunlaşarak, her 100 utangaç hastamdan 85'inin bu sorununu çözmeyi başardık. Öncelikle utangaçlığın temelini bulmak gerekiyor. Bunu konuşarak başarıyoruz. Eğer siz de tavsiyelerime uyarsanız, eski utangaçlığınızdan büyük bir bölümünü attığınızı göreceksiniz” dedi. İşte Battler’ın tavsiyeleri:
Gereksiz bazı düşüncelerden kurtulmalısınız
Utangaçlıkla iç içe yaşamak zor bir duygudur. Çevredeki insanların gözünde utanılacak duruma, aptal durumuna düşme, onlar tarafından reddedilme ya da yetersiz görülme korkusu, sizi yıldırmasın. Utangaç kadın, daima kötü düşüncelerle kendisini daha zor durumda bırakır. Aşağıdaki düşüncelerden kurtulmaya bakın, çünkü bunlar size uygun değil.
- Eyvah, biraz daha konuşursam, kendimi aptal durumuna düşüreceğim.
- Ya burada bulunan herkes benim için “salak” derse.
- Söyleyecek bir şey bulamazsam ne yapacağım.
- Şu anda konuşursam mutlaka sesim tuhaf çıkacak.
- Ya kendimi kontrol edemez de saçmalarsam…
- Kızaracağım, titreyeceğim…
- Kalbim fena halde çarpmaya başladı, ya aniden kalp krizi geçirirsem…
- Çıldırabilirim.
- Acaba çok tuhaf görünüyor muyum?
- Şu ortamdan bir kaçabilsem.
- Herkes beni izliyor.
- Ne kadar sıkıcı olduğumu mu düşünüyorlar?
Probleminizi bol bol konuşun
Psikolog Battler, utangaçlıktan kurtulmanın ilk yolunun utangaçlık hakkında bol bol konuşmaktan geçtiğini belirtiyor. Eşinizle, dostunuzla utangaç olduğunuz konuları bol bol konuşun. Ancak bunların temelde, bu kadar büyütülecek problemler olmadığını unutmadan. Örneğin yeni bir ortamda bulunmak sizi utangaçlığa itiyorsa, korkmayın. Eşinizle veya sevdiklerinizle, yeni ortamlara girmeye gayret edin. Gerçekten isterseniz, utangaçlığı yenmeye başladınız demektir.
Arkadaşınızdan yardım isteyin
Eğer kendinizi insanlarla tanışamayacak kadar utangaç hissediyorsanız, daha konuşkan ve sosyal bir arkadaşınızdan bu konuda yardım istemeniz çok akıllıca olacaktır. Arkadaşınızın sizi yeni insanlarla tanıştırmasını sağlamalısınız. Ancak, sizin hakkınızda abartılı şeyler söylemesini değil, tam tersine sizin ifade edemediğiniz bazı önemli ve güzel özelliklerinizi söyleyerek işinizi birazcık kolaylaştırmasını söyleyin. Bunu dostlarınızdan kolaylıkla isteyebileceğinizi unutmayın.
Farkınızı ortaya çıkartın
Utangaç kadının ilk etapta karşı cinsin ilgisini çekmesi için biraz farklı olması gerekiyor. Kalabalığın içinde fark edilmenizi sağlayacak bir özelliğinizi öne çıkarın. Yoksa bunu yaratmak, sizin becerinize kalıyor. Farklı olduğunuzu hissettirdiğinizde utangaçlığınızı bir gizem perdesi arkasına bile saklamanız mümkün. Bu ilk bakışta biraz zor gözükebilir ancak siz artık utangaçlık probleminizden kurtulmak istiyorsunuz. Önünüze çıkan hiçbir olay sizi korkutmasın.
Doğru hamleler yapın
Kendinizi biriyle sohbet etme ile utangaçlığınız arasında sıkışmış durumda bulduğunuzda, karşınızdaki kişiye hemen bir soru yöneltin. Ancak dikkat edin soru, saçma olmasın. Hiç konuşmadan suratına bakmaktansa, sorduğunuz soru onun konuşmasını sağlayacak, böylece sohbet kesilmemiş olacaktır. Onun verdiği cevabın arkasından aynı soruya siz de kendi cevabınızı vererek, konuşmayı akıllı bir şekilde uzatabilirsiniz. Bunu kolaylıkla başarabilirsiniz. Çünkü bu imkânsız değil.

UTANMA !

Elbette abartıldığı sürece utanma duygusu zarar

verebilir. Ancak bilimadamlarının son dönemde yaptığı çalışmalar utanma

duygusunun hayvanlarda olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Peki bu durumda

sadece insanlar utanma duygusuna sahipse ve hayvanlar değilse aklımıza iki soru

hemen geliyor. Acaba utanma ve ar duygusundan yoksun insanlar hangi kategoriye

girecek. Daha da enterasanı utanma duygusu olan bir hayvan olursa onun da yeri

konusunda tartışmalar olacaktır. Heralde tüm halkının toplam utanma duygusu bir

milletin medeniyet seviyesi ile doğru orantılıdır diye bir hipotez ortaya

atılsa ispat edilmeye değerdir. Elbette tüm Dünya medeniyetlerinde sürekli

renkli cam ekranında yahut aynı doyumsuzlukla ve arsızlıkla DÜnya nın tüm

güzelliklerini zedelemeye çalışan , tabir yerinde ise midesi dilate yani

normalden bir kaç kat daha büyük mideli kimseler var. Tabi oldukçada çok gibi

görünüyorlar. Ama ucuz bir malın milyonlarca satılması gerçeği, kaliteli ve

pahalı bir ürünün kalitesine zerre kadar etki etmez. Bunların göz önünde olması

iyi ve medeni olduklarını göstermez. Ayrıca herkesin sınırsız mal mülk edinme

hakkının olduğunu ve bunda kimsenin gözü oladığını söylemeye gerek olmasa

gerek. Sorun bu çokluğun nasıl edinildiği. İçinde diğerlerinin mutsuzluğu

üzerine kurulu arsızlık var mı? Kimseyi demoralize etmeden söylemek gerekirse

adım adım süprizlere açık bir hayatta hiç süpriz olmayacak gibi yaşamak sanırım

enterasan bir aldanma. Hele bu hayatta hızlı arsız ihtiraslı yaşama duygusu ne

denli doğru bilinmez. Elbette bu tür kimseler için eleştiri bir anlam ifade

etmez. Toplumun tembelliği ve değer yargılarının zayıflaması yüzsüz yaşayan ve

geçinen doyumsuzların sayısını artırır demek yalan olmaz. Elbette onları

eleştirmek bize düşmez. Onlara sorarsanız mutlu olduklarını söyleyecektirler.

Mutlu olmasalar yüzsüzlüğe ve doyumsuzluğa nasıl katlanabilirlerdi. Ama onlar

içinde kanser edici sorun bu mutluluğu ne kadar devam ettirecekleri kaygısı.

Yani ne kadar daha aynı oranda arsız ve doyumsuz bir hayat yaşayarak mutlu

olmaya devam edecekleridir. Herşeyin bir başı birde sonu var. Mutluluğunda.

Elbette tüm insanlar mutlu olmalı. Ancak mutlu olma egosu yüzünden diğer

insanların mutlu olmadığı bir dünya ya bizler ne kadar katkı sağlıyoruz. Tüm

bunlardan sonra kendimize durup sormamız gereken soru belkide benim mutluluğum

diğer insanların mutsuzluğuna sebep oluyor mu ? Aslında güzel ahlaklı ve

vicdanlı yahut utanan yahut doyumlu yada ne derseniz deyiniz bir insan olma

diğerlerini mutsuz edermi. İçinde bulunduğu en kötü durumu bile nakit akışına

çevirme yeteneği ile övünme ve mutlu olma duygusu ise ne kadar yersiz ve

kibirli. Bunun tam tersini yapma ise simyacılık bu günlerde. Elbette hayatın bu

kadar kısıtlı irdelenmesi doğru değil. Ama bize yol gösterecek ışıklar yakacak

gerçek aydın ve aristokratlar çok olsaydı bunları yazmaya bile gerek

kalmayacaktı. Herşeyin geriye çevrilemeyeceği bir ana gelmektense zamanında

tedbir almakta fayda var sanırım. Vicdanı rahat vicdanların bu yazıyı okurken

yüzlerindeki tebessümü hissedebilmek önemlidir. Bu yazıda bu güzel tebessümlere

bir ön yanıttır. Utanma duygusundan yoksun olanlar bakalım bu hayat denilen

azgın boğanın sırtında daha ne kadar mutlu olmaya devam edeceksiniz ?